KALORİ REHBERİ



Günlük ne kadar kaloriye ihtiyacımız var...
Hangi besinlerden ne kadar kalori alırız...
Bir yemek kaşığı margarin kaç domatese bedeldir?...

MEYVELER MİKTAR KALORİ
Elma ( orta boy ) 1 adet 60
Kayısı ( taze, orta boy ) 1 adet 8
Muz ( orta boy ) 1 adet 100

SEBZELER MİKTAR KALORİ
Domates 1 adet 14
Enginar (orta boy) 1 adet 10
Patlıcan (orta boy) 1 adet 28
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ MİKTAR KALORİ
Yoğurt (yağlı) 100 gr. 90-100
Süt ( yağlı) 100 gr. 66-70
Yoğurt (yağlı, meyveli) 100 gr. 120-150

DENİZ ÜRÜNLERİ MİKTAR KALORİ
Siyah havyar 1 yemek kaşığı 72
Midye eti 1 adet 9
İstiridye (orta boy) 1 adet 6
DENİZ ÜRÜNLERİ MİKTAR KALORİ
Alabalık Izgara 100 gr 182
Barbunya 100 gr. 126
Barbunya Buğlama 100 gr. 100
Buğulama Balık 100 gr. 70
Dil Balığı 100 gr. 202
Hamsi Buğulama 100 gr. 140
İstiridye (orta boy) 1 adet 6
Kalkan 100 gr. 98
Karides (orta boy) 1 adet 144
Kılıç balığı 1 adet 121
Mezgit Tava 100 gr. 165
Midye eti 1 adet 9
Sardalya 100 gr. 140
Siyah havyar 1 yemek kaşığı 72
Somon füme 100 gr. 171
Tekir 100 gr. 126
Ton balığı 100 gr. 135
Uskumru 100 gr. 236

Bir Kutu Kola İçerseniz Vücudunuzda Neler Olur?‎


Hiç merak ettiniz mi acaba Kola neden sizi içtiğiniz anda iyi hissetmenizi sağlar?Bunun sebebi kola, sizin metabolizmanızı zirveye çıkarır. 100 yıl kadar önce kolanın içerisinden kokaini çıkardılar. Sebebiniz biliyor musunuz? Bu, olması gerekenin çok fazlasıydı.
İlk 10 dakika: 10 çay kaşığı dolusu şeker vücut sisteminize tesir eder (Günlük almanız gerekenin %100'ü!). Bu kadar şeker yüzünden kusmazsınız çünkü içerisinde bulunan fosforik asit sizin bu tadı duymanıza izin vermez, engel olur.
20 dakika: İnsülin patlaması yüzünden şeker kanınıza saplanır. Şekerin çevrilmesi sayesinde karaciğeriniz bu olaya yanıt verir bu da sizi şişmanlığa teslim olmaya iter (Bu uzun zamanda kendisini gösterir.)
40 dakika: Kafein emilimi tamamlanır. Kan basıncınız artar, buna karşılık olarak karaciğeriniz kan dolaşımınıza gerekende çok daha fazla şeker üretir. Beyninizde bulunan adenozin haznesi artık kilitlenmiş, işlem yapamaz olmuştur.
45 dakika: Beyninizin bu anlık hazzı fark etmesi üzerine vücudunuzdaki dopamin üretimi harekete geçer. Bu arada bu olay fiziksel olarak eroinle aynı görevdedir!
60 dakika: Metabolizmaya uzaktan müdahale sonucu fosforik asit kalsiyuma, bağırsak sisteminizde bulunan magnezyum ve çinkoya engel olur. Bu da yüksek dozda şeker ve yapay tatlandırıcı sayesinde kalsiyum ve üre boşaltımını şiddetlendirir.
60 dakika: Kafeinin idrar söktürücü özelliği devreye girer (Bu da sizin sürekli tuvalete gitmenize neden olur ) Artık vücudunuzda depolanmış olan kalsiyum, magnezyum kemiklerinize faydalı olan sodyum, elektrolit, su ve çinkonun dışarı idrar yoluyla atılacağından emin olabilirsiniz.
60 dakika: Olayın çılgın tarafı gerçekleşecek olan bu şeker patlaması sizin vücut olarak güçsüz düşmenize neden olur. Belki sinirlenebilir ve/veya hareketsiz kalabilirsiniz. Ve gerçekten kola yüzünden çok fazla su kaybedersiniz. Fakat bunu eleştirmeden önce kolanın doğal besinlerdeki vücudunuza, sisteminize, sağlam kemik ve diş yapısına sahip olabilme gücünü engellediğinin farkında olun.
Bütün bu olayların sonucu ileriki birkaç saat içerisinde bir kafein çarpışması olabilir (Eğer sigara kullanıyorsanız bilirsiniz). Fakat yeni bir kola daha içerseniz kendinizi iyi hissedebilirsiniz.

imamın yarı çıplak dansçı kızı


Radikal imamın kızı gece klüplerinde üstsüz dansçı olarak çalışıyor.İngiltere’nin büyük tirajlı gazetelerinden The Sun, “Tottenham Ayetullahı" olarak adlandırılan radikal imam Ömer Bekri Muhammed’in kızı Yasmin Fostok adıyla Londra’daki gece kulüplerinde “direk" ve “üstsüz" dansçı olarak çalıştığını duyururken Fostok’un görücü usulüyle evlendiği bir Türk ile beraberliğinin de çöktüğünü yazdı.
The Sun, Suriye asıllı İngiliz vatandaşı Bekri’nin, üç yaşındaki bir çocuk annesi olan 27 yaşındaki kızının, Yasmin Fostok adı ile “yarı çıplak" dans ettiğini duyurduğu haberinde Fostok için “Fanatik Müslüman babasına karşı ayaklandıktan sonra gizli bir hayat yaşıyor" ifadesini kullandı. Gazete, çeşitli fotoğraflarını da yayınladığı Fostok’un Londra’daki gece kulüplerinde kafesler içinde “yarı çıplak" dans ettiğini kaydetti.
İsmini değiştirdiği belirtilen Yasmin Fostok, gazeteye yaptığı açıklamada “Doğru bir yer ise, üstsüz dans etmeye hazırım" dedi. Bu arada, dört yıl önce Londra’nın kuzeyinde yaşayan ailesinden ayrıldığı belirtilen Fostok, “Babam ile anlaşamıyorum" şeklinde konuştu.
"DAVRANIŞLARINDAN TÜRK EŞİ SORUMLU"
Bu arada, İngiltere’den sınır dışı edildikten sonra Lübnan’da yaşayan 50 yaşındaki Bekri ise, kızının mesleğine ilişkin olarak “Doğru ise, şoke oldum" dedi. Kızı için “Uygun bir biçimde bir Müslüman olarak büyütüldü ancak kendi kararlarını verme özgürlüğü var. Ama ben hala şok içindeyim" şeklinde konuştu.
Bekri şöyle devam etti:
“Kendisi ile uzun bir süre konuşmadım çünkü ailesi ile Türkiye’de yaşadığını sanıyordum. Bütün bunlardan haberim yoktu."
Bekri, “Ben artık onu kontrol edemem, çünkü bildiğim kadarıyla hala evli. Davranışlarından eşi sorumlu olmalı" sözlerini kullandı. Gazete, ABD’deki 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren teröristlere “muhteşem" gibi övgüler yağdıran Bekri’nin kadınların baştan ayaklarına kadar kapanması gerektiğini savunduğuna dikkat çekti

Aşkıma Elveda

Seni ne çok sevdim ben. Ne çok gözyaşı döktüm senin için geceleri sen yatağında meleklerin kanatlarıyla uçarken ben penceremin önünde senin rüyana girmek için dua ederdim.bir bakışına bir dudak titreşine gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önne sererdim. Şiirler şarkılar sevgiler içinde tutuşan bir ateş yangımında senin için kül kesildim. Adına yanlızlık dedim. Sen beni bilmedin. Beni tanımadın beni sevmedin. Bu bir ölümdü bu bir fermandı. Yaşamak mümkün değil.yanlızlık yanlızlık karanlık kapılarıyla üstüme kapandı.yankısı döndü dolaştı senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim bana ulaştı anladımki beni hiç duymayacaksın. Sana sitem edemem,sana kırılamam,bir tek dileğim var senden son bir tek isteğim oda mutlu olaman mutlu ol sevdiğim,biriciğim,aşkım,nereye kime gidersen gityeterki sen mutlu ol. Kendine iyi bak.çünkü bundan sonra ben yanında olmayacağım yanında san bakacak ben olmayacağım. İstesemde istemesemde. Sevdim bir zamanlar seni, hala seviyorum ve benden sonrada mutlu olmanı istiyorum.olurda birgün dönersem seniiyi bulmak istiyorum. Yaşanılan paylaşılan güzel şeyler hatrına sana yürekten mutluluklar diliyorumve ben birdaha seni sevmemek üzere bana seni sevmiyorum demeni bekliyorum. Keşke böyle yaşanmasaydı herşey.keşke döndüre bilseydik zamanı geriye. Gitmesen olmazmı? Bitmesek olmazmı?senden kalan boşluğu kimile doldururum bilmiyorum.sen hayatıma renk katan sen hayatımdaki nedensin peki ozaman senin istediğin gibi olsun git .git ama sakın arkana bakma .ozaman dayanaman seni bırakamam. Gün olur seni unuta bilmek için bu şehirlerden çok uzaklara gitmek istiyorum. Sokaklar parklar seni hatırlatmasın diye.gün olur anlıyorum senden ve bu şehirdnen kaşmanın faydasızlığını. Çünkü biliyorum nereye gitsem benimle geleceksinyada gittiğim her yerde senden birşeyler olacak.sen unuttun fakat unutulmadın. Bense unutulduğumu biliyorum. Fakat unutamıyorum. İnan unutabildiğim gün seni yeniden ve daha çok sevmeye başlıyacam. Sen hiç kendini böyle gereksiz, böyle değersiz hissettinmi. Ayrılık ölüm kadar acı ve soğuk.aynalara bakıyorum aynada gördüğümben değilim. Yokluğun bedeli çok ağır sevgilim. Düne kadar en yücesini yaşadım mutluluğun, ayaklarımın altında kayır gidiyordu toprak. Güneş kadar yakındı aşk. Bıraktın birden bire kanatlarım kesildi. Şimdi hiç birşeyim. Oysa herşey nekadar güzeldi yönümü yolumu şaşırdım. Sen bensiz nasılsın bilmiyorum rahatmısın mutlumusun, bukadar çabuk beni unuturmusun.?...Nasıl birden mazi olursun. düne kadar aşkı içtiğim,dudaklarında yüreğimi erittiğim, uğruna yaşamayı göze aldığım nerdesin, kimlerlesin,ben burada terk edip gittiğin yerdeyim. Sevinçlerim hayallerim, umutlarım,renkli dünyam elveda.elveda yaşamak,yaşamın anlamı elveda. Kimse farkında değil yokluğunun, sensiz ne hallerdeyim kimse bilmiyor. Anlamıyor yitip giden bir aşkın kederi, sen seçtin bu yolu, bana ise sadece bu yollda ölmek kalır. Yeterki sen üzülme ELVEDA SEVGİLİMMM..

Gönderen: HASRET RÜZGARI

En ucuz koca Türkler


Sayıları 200 bini bulan yabancıların Türkiye'ye yerleşmelerinin nedeni olarak ucuzluk gösteriliyor.Diğer bir neden ise 50 yaş civarı Avrupalı kadınların, 20-30 yaş arası erkekleri beğenmeleri.
Gayrimenkul satın alarak Türkiye'yi işgal edeceklerinden korkulan yabancıların sayısı resmi rakamlarla 150 bine, gayri resmi rakamlarla 200 bine ulaştı. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK), Türkiye'de yerleşik yaşayan yabancılarla ilgili çarpıcı bir araştırma yaptı. ìYerleşik Yabancıların Türk Toplumuna Entegrasyonuî ismini taşıyan araştırmaya göre, Türkiye'ye yerleşen yabancıların büyük çoğunluğu başta Antalya ve Muğla olmak üzere Akdeniz ve Ege kıyılarında yaşamayı tercih ediyor.
EVLENMEYE GELİYORLAR
Rapora göre, yabancıların Türkiye'ye geliş nedenleri arasında yaşlı Avrupalı kadınların genç Türk erkekleriyle evlenmesi de önemli yer tutuyor. Buna göre, 50 yaş civarındaki yabancı kadınlar evlenmek için Türkiye'deki 20-30 yaş grubundaki gençleri seçiyor. Türk vatandaşlarının olası bir üyelik durumunda AB'ye uyum sağlayıp sağlayamayacakları tartışılırken rapor, Avrupalılar’ın sık değişen yasalar, çevre ve gürültü kirliliği, ayrımcılık, hizmet alamama ve erkek egemen toplum olma gibi nedenlerden Türkiye'ye uyum sorunu yaşadığını ortaya koydu.
TÜRKİYE SUDAN UCUZ
Yabancıların Türkiye'yi tercih etme nedenlerinin başında Türkiye'nin Avrupa'ya göre daha ucuz bir ülke olması geliyor. Avrupalılar kendi ülkelerinde bin-bin 500 sterlinlik gelirle zor yaşarken, Türkiye'de bu parayla ortalamanın üzerinde hayat sürüyor. 3 oda 1 salon bir evi Almanya'da 430 bin, Fransa'da 300 bin, Yunanistan'da 500 bin, İngiltere'de 570 bin Euro ödeyen yabancılar aynı şartlardaki evi Türkiye'de 100 bin Euro'ya satın alabiliyor. (Bugün)

Hamile kalmayı önleyen cihaz


Bilim adamları erkeklerin keyfini kaçırmadan korunmanın yöntemini geliştirdi.

Amerikalı ve Avustralyalı bilimciler erkeğin keyfini kaçırmayacak, yüksek teknoloji kullanılan doğum kontrol yöntemleri üzerinde çalışıyor. Bu yöntemlerden biri,devrim niteliği taşıdığı belirtilen, "uzaktan kumandayla sperm akışını kontrol edebilen" yöntem.
Küçük bir operasyonla, testislerden sperm taşıyan kanallara bir "mikro vana" yerleştiriliyor. Erkek, sperm akışını kesmek istediği zaman, elindeki uzaktan kumandayla bu vanayı kapayabiliyor.
Minnesota merkezli tıp firması Shepherd ise "Intra Vas Device" (IVD) adını verdiği ve sperm akışını engelleyen minik bir aygıtı deniyor. Aygıt, son derece acısız bir yöntemle vücuda yerleştiriliyor. Aygıtın iki yıl içinde satışa çıkacağı belirtiliyor.
California da bu konuda araştırma yapan bir ekip de sperm tüpünü saran bir halka üzerinde çalışıyor. Doktorlar halkayı çalıştırarak, spermleri etkisiz hale getirebiliyor.
San Francisco’daki Erkek Korunma İnformasyonu Projesi Müdürü Elaine Lissner, "Erkekler, yeni doğum kontrol yöntemleri istiyor. 10 yıl kadar önce, böyle bir istek söz konusu değildi" dedi.

Cepte numara nasıl taşınacak? Paralımı


Telekomünikasyon Kurumu Başkanı Tayfun Acarer, 9 Kasımda uygulamaya konulacak GSM operatörleri arasında numara taşıma işleminin 6 gün süreceğini, abonelerin bu süre içinde cep telefonu hatlarını kullanmaya devam edebileceklerini söyledi.
AA muhabirine açıklamalarda bulunan Acarer, ''numara taşınabilirliği'' uygulamasının 9 Kasımda başlayacağını hatırlattı. Uygulama ile abonelerin telefon numaralarında hiçbir değişiklik olmadan bir operatörden diğerine geçebileceğini anlatan Acarer, cep telefonu numarasını taşımak isteyen abonelerin geçmek istedikleri yani ''alıcı'' operatöre müracaat etmeleri gerektiğini dile getirdi.
Acarer, şöyle konuştu:
''GSM operatörleri kimlik doğrulama işlemlerini yüzde 99 oranında tamamladı. Numara taşımak isteyen abonelerin kimlik bilgilerinin doğrulanması gerekiyor. Numaranın sahibi konusunda bir doğrulama olmazsa kötü niyetli kişiler başkasının numarasını taşıyabilir. Numara taşıma işlemini bizzat numara sahibi yapabilecek. Başkasının adına kayıtlı olan bir numarayı bir başkası kullanıyor olsa bile taşıma işlemi yaptıramayacak.''
Abonelerin başvuru yapmasının ardından alıcı operatörün başvuruyu 2 gün içinde inceleyeceğini ve ardından merkezi sistemde 2 gün sürecek bir inceleme yapılacağını belirten Acarer, verici operatörün incelemesinin de iki gün süreceğini söyledi.
Acarer, numara taşıma sürecine ilişkin şu bilgileri verdi:
''Numara taşıma işlemi 6 gün içinde tamamlanacak. Bu 6 gün boyunca abonelerin telefonu kapalı olmayacak. Müracaat yapılırken doldurulacak formda numaranın günün hangi saatinde aktarılmasının istendiği sorulacak. Burada 3 seçenek olacak: 00.00-08.00, 08.00-16.00 ya da 16.00-24.00 saatleri arasında numaranız taşınabilecek. Çalışanların genellikle 00.00-08.00 saat dilimini tercih edeceklerini düşünüyorum. Aboneler aktarım olayı gerçekleşene kadar telefonlarını kullanmaya devam edebilecekler. Aktarma işlemi gerçekleşirken, bir operatör keserken diğeri alacak. Bunun için iki operatöre de en fazla 15'er dakika süre veriliyor. Bana göre işlem 15 dakikada biter.''
-''OPERATÖR DEĞİŞTİ UYARISI''-
Cep telefonu numaralarının alan kodları değişmeden başka operatöre aktarılmasının tüketicileri mağdur edebileceğini dile getiren Acarer, ''Daha önce sizinle aynı operatörü kullanan ancak başka bir operatöre geçen arkadaşınızı aradığınızda bundan haberinizin olması gerek. Aksi halde aynı operatörden bir numara ile konuştuğunuzu sanabilirsiniz. Bu nedenle, bir abone A operatöründen B operatörüne geçtiğinde, arayanlar bir uyarı tonu ile bilgilendirilecek. Bu ton numaranın başka bir operatöre geçtiğinin bir ifadesi olacak'' dedi.
Numara taşınabilirliği uygulamasının dünyada örnekleri olduğunu anlatan Acarer, sesli ikazın cazip göründüğünü ancak bunun aboneleri bir süre sonra rahatsız edebileceğini belirtti.
Acarer, ''Kurul kararına göre genel uygulama ikaz tonu şeklinde olacak, ancak 'sıkıntı çıkarsa, sesli ikaz yapılabilir' diyerek operatörlerin hazırlık yapmasını istedik. Aradan bir süre geçsin. sıkıntılar olursa sesli ikazı devreye sokarız'' şeklinde konuştu.
-''MUHTEMELEN ÜCRET ALMAYACAKLAR''-
Numara taşınabilirliği konusunda, yönetmelikte ''caydırıcı olmayacak ve bu geçiş işlemini engellemeyecek şekilde bir miktar para alınabilir'' ifadesi bulunduğunu dile getiren Acarer, şunları kaydetti:
''Numara taşımadan ücret almak operatörlere kalmış. Operatörlerden bazılarının ücret almayacağı şeklinde beyanları var ama yazılı değil. Muhtemelen geçişi cazip kılmak için almayacaklardır. 'Ben alacağım' diyen operatör de çıkabilir. Oradaki rakamın hiçbir zaman 50-100 YTL olmaması, çok daha düşük olması gerekecektir.
Acarer, operatörlerin numara taşınabilirliğine ilişkin test çalışmalarının da sürdüğünü belirterek, ''Bunların birçoğu başarılı şekilde tamamlandı. Önümüzde 2 aya yakın bir süre var ve testler devam ediyor. Bir takım düzeltmeler tabi çıkıyor ama firmalar sürekli çalışıyor. Ama bana göre süre yeterli, bir sorun çıkacağını zannetmiyorum'' dedi.
-''ALICI OPERATÖR KABUL ETMEYEBİLİR''-
Numara taşıma konusunda bir sınırlama olmadığını anlatan Acarer, operatöre geriye dönüş olanağı olduğunu söyledi. Acarer, ''Alıcı operatör sizi kabul etmeyebilir. A operatöründen B'ye geçmek isteyebilirsiniz. B sizi istemeyebilir. Siz sıkıntılı birisiniz, sürekli birilerine borç takıyorsunuz. A'dayken borcunuzu ödemeden B'ye geçtiniz ona da ödemeden C'ye geçtiniz. Borç takarak operatörler arasında dolaşıyorsunuz. Sonra tekrar A'ya dönmek istediniz. Bu, benim şahsi görüşüm, operatörleri bağlamaz ama ben kabul etmem. Operatör de kabul etmeyebilir, almak zorunda değil'' diye konuştu.
GSM operatörlerinin abonelerin borçları konusunda ortak çalışma yaptıklarını belirten Acarer, ''Muhtemelen bir süre sonra operatörler arasında centilmenlik anlaşması yapılacak. Kötü niyetliler için ortak bir bilgi sistemi kurulabilir'' dedi.
Acarer, numara taşınabilirliğinin abone dağılımına yapacağı etki konusunda da ''Numara taşınabilirliğinde yüzde 10 civarında hareket olur. Yüzde 10, eşit şekilde mi dağılır onu bilemem ama kesin bir şey var, ciddi bir rekabet olacak. Bu da vatandaşa yansıyacak. Operatörler müşteri çekebilmek için çok önemli imkanlar sunacak'' değerlendirmesinde bulundu.
VODAFONE, "NUMARA TAŞINDI" UYARI TONUNU WEB SİTESİNDE YAYINLAMAYA BAŞLADI
Vodafone, 9 Kasım 2008'de başlayacak numara taşınabilirliği konusunda kullanıcıları bilgilendirmek amacıyla, arama sırasında bir numaranın başka bir operatöre taşındığını bildiren uyarı tonunu, internet sitesinde yayınlamaya başladı.
Vodafone'den yapılan yazılı açıklamaya göre, çağrı başlatan kişi, kendi operatöründen başka operatöre geçen aboneleri aradığında, şebeke dışı arama yaptığını ifade eden özel bir ton duyacak.
9 Kasım 2008 itibariyle kendi numarasıyla aynı alan koduna sahip başka bir operatörü kullanan aboneleri arayanlar, bu uyarı tonunu duyacak.
Bu arada Vodafone, numara taşınabilirliği konusunda tüketicileri, karikatürist Selçuk Erdem'in çizdiği karikatürlerle bilgilendirecek.
AA

Telefonunun şarjı tez bitenlere 10 YTL'ye çözüm


Anahtarlık büyüklüğündeki ''Tel Pil'' cep telefonu kullanıcıları tarafından istedikleri yerde şarj imkanı verdiği için tercih sebebi oluyor.
Konya'da telefon alım satımı yapan bir dükkanın sorumlusu İdris Üstün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 3 ay önce Tel Pil satışlarına başladıklarını söyledi.
İlk başlarda vatandaşlar tarafından söz konusu şarj aletinin tam olarak bilinmemesi nedeniyle çok fazla satış yapamadıklarını belirten Üstün, ''Daha sonra satışlarımız yavaş yavaş açılmaya bayladı. İlerleyen zamanlarda daha çok satış yapabileceğimize inanıyorum'' dedi.
Çok sık telefon görüşmesi yaptığı için telefonun şarjı çabuk biten kullanıcılar tarafından Tel Pil'in tercih edildiğini ifade eden Üstün, şunları kaydetti:
''Cep telefonu kullanıcılarının temel problemi şarj bitimine çözüm üretilmesiydi. Cep şarjıyla bu sorun giderildi. Tüm cep telefonlarına hemen hemen uyumlu. Pazarda, çarşıda, piknikte, hastanede çok rahat kullanılabilir. Anahtar büyüklüğünde olduğu için taşınması çok kolay. 10 YTL'den satışını yaptığımız şarj aletini merak edip alan bile var. Telefondan şarjın bittiğine dair ses geldikten sonra Tel Pil takılıp konuşmaya devam ediliyor''
Üstün, cep şarjının bir yıl süreyle kullanılabildiğini bildirdi.

Kürtler bin yıldır Türkleri SIRTINDA TAŞIYOR


YİNE HÜCRE CEZASI VERECEKLER
Öcalan, 'Bana yeni bir soruşturma açıldı. Yeni bir hücre cezası yolda olabilir. Ceza verebilirler. 28 Ağustos'taki konuşmama dayanarak açmışlar. Talimat veriyorsun, halkı kışkırtıyorsun, halkı ayaklanmaya teşvik ediyorsun diyorlar. Hayır, ben talimat vermiyorum, halka demokratik tepkilerini kullanmalarını söylüyorum.
ERMENİLERDEN ÖNCE BİZİMLE KARDEŞ OL
Herkesle kardeş olmak istediklerini söylüyorlar, bir Ermenistan sorunu konusunda muhatap bulmak için kırk takla atıyorlar. Ermenilerle dost olmak istediklerini söylüyorlar. Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi için de böyle. Herkese kardeşlik elini uzattıklarını söylüyorlar.
KÜRTLER BİN YILDIR TÜRKLERİ SIRTINDA TAŞIYOR
Herkese kardeşlik elini uzattıklarını söylüyorlar. Peki, bu halk bin yıldır seni sırtında taşıyor. Ona neden kardeşlik elini uzatmıyorsun? Onunla neden kardeş olmuyorsun? Oysa Kürtler bin yıldır seni sırtında taşıdı, senin için savaştılar, her şeyi yaptılar. Sana emek veriyor, sana hizmet ediyor. Kardeş olmak istiyorsan onun gereğini de yapman lazım.
BU NASIL KARDEŞLİK
Kaldı ki bu halkın çok ağır sosyal, ekonomik, kültürel sorunları var. Neden bu halk ile kardeş olmuyorsun? Bu halk bu kadar ağır yük altında dahi seni sırtında taşımış, seninle kardeş olmak istemiş, ona neden kardeşlik elini uzatmıyorsun? 'Ama bunların derdi bu değil, kardeşlik değil. İktidarda daha fazla kalmak için askerle anlaştılar, sorunu askere havale ettiler. Bunların derdi sorunu çözmek değil, günü kurtarmak, iktidarda kalmak, rantı paylaşmaktır. İşte deniz feneri davası ortada. Bunlar çok çirkin şeyler.'

kaynak: ensonhaber

Rütükten İboya bir şok Ceza

Ağzının ayarını tutturamayan İbrahim Tatlıses'e rekor ceza geldi.
"Bir çek-senet olayında biri gelir de ananızın altındaki arabayı alırsa ne yaparsınız? Öldürürsünüz... " diyen Tatlıses'e RTÜK'ten can yakan ceza geldi.

Alacak meselesi nedeniyle davalık olan mobilya firması Doğtaş'la türkücü İbrahim Tatlıses arasındaki gerginlik ilginç bir şikayete konu oldu. Firma sahibi 6 kardeş, “Tatlıses programında bizi ölümle tehdit etti” diyerek RTÜK'e başvurdu.
TAM 350 BİN YTL
Konuyu değerlendiren kurul, 'Yayınların, şahsi menfaatlere alet edilemeyeceği' gerekçesiyle Tatlıses'e 350 bin YTL para cezası kesti. Tarafları karşı karşıya getiren olay ise Kuşadası'ndaki "Tatlıses Oteli"nin tefriş işleri oldu. Firma yetkililerinin iddiasına göre türkücü vadesi gelen son 5 çekini 'iş eksik ve ayıplı yapıldı' iddiasıyla ödemedi. Bunun üzerine firma avukatları Tatlıses'e dava açtı.

'NE YAPARSINIZ ÖLDÜRÜRSÜNÜZ...'
Son olarak annesine ait araca da haciz konulunca küplere binen türkücü, ATV'deki 3 Haziran tarihli programında şu ifadeleri kullanmıştı: Bir çek-senet olayında biri gelir de ananızın altındaki arabayı alırsa ne yaparsınız? Öldürürsünüz...

sac dökülmesi,alopecia tedavisi..

örnegin şikayetleri :aşırı kepeklenme, yağlanma,dökülme olan birisi için...doktora gidildiginde sizlere verecegi ilaclar sunlar olabilir...
phytheol force 1 ve force 2 ,fungoarl diye 3 şampuan ve dermovate saç losyonu, pantogar... bunlar mantar enfeksiyonuna karsı ve pntogar tablet ise sacları güclendirici olarak kullanılır...
tamamen bitkisel olan ve pantogardan daha etkili olan priorin kullanılabilir(içeriginde bugday tohumu, kalsiyum var...)
tabi minoxidil(rogaine) adlı ilac da kıllanmayı arttırması ve sacın gür görünmesini sagladıgından tavsiye edilir.. şampuan olarak bitkisel hazırlanan bioxin reklemı çok yapılan ürünlerdendir...
sac cıkartıcı özelliği savunulan finansterit(propecia) adlı ilac sac dökülmesini durdurmakta ve tepe bölümlerinden sac cıkartmaktadır..ancak tedavi bırakıldıgında yine eski hale gelinmektedir( propecia aslında prostat büyümesinde kullanılır..ancak kullanan hastalar yahu doktor bey benim saclarım çoğaldı nasıl oldu bu diye sormaları üzerine bulunmuştur) ... neticede bitkisel olarak ısırgan otunu ve sinamekiyi kaynatıp süzdükten sonra sacları bunlarla yıkamak ve hatmi çiçegini kaynatıp içmek sacları gürlestirir dökülmeyi önler...

sac dökülmesinde kullanılan ürünlerden birkacı:
reklamlarda gördügümüz vishy den amineksil anagen şampuan-losyon,Bioxcin Saç Dökülmesine Karşı Bitkisel Ampül + Bioxcin 300 ml Şampuan,Eucapil 2 ml x 30 Ampul,PRIORIN,REViGEN SaçToniği-şampuan vb...
bu ürünler her bireye farklı şekilde etkilidir..bi ürün sac dökülmesini tamamen durdurabilir bir kişide,baska bir kişide etkisiz olabilir...
sac dökülme sorunu olanlara yukardaki ürünlerden anagen şampuanı tavsiye ederim..(kullanmadım ama biliyorum:))digerleri de priorin haric etkilidir....

Çin Seddi...Bilgi ve Resimleri...

Uzaydan bakıldığında ince, uzun bir dere gibi görülebilen, insan eliyle yapılmış tek eser olan Çin Seddi kuzeybatısı boyunca uzanan dünyanın en uzun savunma duvardır. Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır. Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder.
İlk set, M.Ö.7. yüzyılda Chu Krallığı tarafından, günümüzdeki Henan eyaletinde yapılmış olup fazla uzun değildir. M.Ö.3. yüzyılda Hun, Tunguz ve Moğolların saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını korumak için İmparator Qin Shin Huang (Çe-Huang-Ti), burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi. M.Ö.221 yılında daha önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirek uzattı. M.Ö.3. yüzyıldan M.S.17. yüzyıla kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişlerdir. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan Ming Hanedanı (1368-1644) olmuştur.
Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 10.000 kilometreyi bulur. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 3.000 kilometrelik settir. Ancak asıl inşaat, M.Ö.221 ile M.S.608 yılları arasında yapılmıştır.
Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Genellikle duvarın yüksekliği 7-10 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Duvar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya imkan verecek şekilde bir kaç sıra halinde yapılmıştır.
Çin Seddi, en uzun sürede yapılan ve en çok insan çalıştırılan yapıdır. M.S.555'te Beijing ile Datong arasındaki 500 km.lik duvarın yapımında 1.800.000 kişi çalıştırılmıştır. Badaling dağının üzerinden geçen seddin sadece 200 metrelik kısmını yapmak için bile binlerce kişi çalıştırılmış ve bu kişilerin isimleri bir taşa yazılmıştır.
Dünyanın “7 Harikası” ndan biri olarak adlandırılan Çin Seddi, uzun bir geçmişe sahip ve en büyük çaplı askeri savunma projesidir. Güneybatıdaki Gansu eyaletinde bulunan Jiayuguan’dan başlayıp, Bohay körfezindeki Şanhayguan’da sona eren Çin Seddi’nin uzunluğuyla ilgili farklı iddialar bulunmaktadır. Çinli tarihçilere göre, Çin Seddi’nin uzunluğu 6 bin kilometre olup, Çinli arkeologların kuzeybatıdaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi ve doğudaki Şandong eyaletinde buldukları ve Çin Seddi’ne ait olduklarını iddia ettikleri bölümlerle seddin uzunluğu 7200 kilometreyi bulmaktadır.

Çin Seddi' nin yapım tarihi, M.Ö 9.yüzyıla uzanır. Zamanın Orta Çin krallıkları, kuzeydeki etnik grupların saldırılarını engellemek için, sınırlarda bulunan, duman işaretlerinin verildiği kule ve kaleleri birbirlerine setlerle bağlamışlardır. Çin tarihinde yaşanan İlkbahar ve Sonbahar ile Savaşan Devletler dönemlerinde, krallıklar arasında sürekli savaşlar yaşanırmış ve büyük devletler birbirlerinden korunmak için, sınırlarındaki dağlara setler inşa etmişler.
Dalgalanan dağların sırtları boyunca inşa edilen Çin Seddi'nin, dış tarafı uçurum olup, duvarlarının çoğunluğu, büyük tuğlalar, toprak ve küçük taşlarla dolu çuvallardan yapılmıştır. Duvar yüksekliği yaklaşık 10 metre, genişliği 4-5 metre arasındadır. Dört atın yan yana yürüyebildiği bu genişlik, askerlerin hareketlerine, tahıl ve silahların nakliyesine elverişli olarak yapılmıştır.
Çin Seddi'nde belli aralıklarla kuleler bulunmaktadır. Askerler, bu kulelerde dinlenir, silahlar ve tahıllarda bu kulelerde korunurmuş. Düşmanlar gelince, kulelerde yakılan ateşten çıkan dumanlarla savaş işareti verilirmiş.
Günümüzde, Çin Seddi'nin askeri işlevi kalmamasına rağmen, kendine özgü mimari güzelliği, herkes tarafından hayranlıkla karşılanır. Çok muhteşem ve görkemli olan Çin Seddi, kuş bakışıyla, uçan büyük bir ejderha gibi görünmektedir.Yakından bakıldığında, görkemli kuleleri, dimdik merdivenleri ve dağ sırtında uzanan dalga şeklindeki yüksek duvarlarıyla, büyük sanatsal cazibe sergiler.
Çin Seddi tarihi ve kültürel önemiyle, yüksek turizm değerine sahiptir. Çin'de şöyle bir söz vardır: "Çin Seddi'ne çıkmayanlar, gerçek adam sayılmaz". Çinli ve yabancı turistler, de Çin Seddi'ne çıkmış olmaktan gurur duyarlar. Çin Seddi 1987 yılında, "Çin'in Sembolü" olarak "Dünya Mirasları Listesi"ne alınmıştır.
Unesco tarafından belirlenen Dünya Kültür Mirasları Listesi'nde bulunan 730 yer arasında, Çin'den, Çin Seddi dahil olmak üzere 29 tarihi değer bulunmaktadır. Bunlardan biri de Terra Cotta müzesidir.


Renk Körleri Ekran Başına

Evet Başlığı okuduktan sonra başka bir açıklamaya gerek yokSayıları doğru bilirseniz no problem ama bilemezseniz size doktor yolu gözüküyor

TARİHE YARDIMCI OLAN BİLİMLER

1)- COĞRAFYA: Tarih olayın geçtiği YER'in fiziki ve beşeri özelliklerini coğrafyadan öğrenir.
2)- ARKEOLOJİ(Kazı Bilimi): Toprağın ve suyun altında kalmış olan tarihi eserleri ortaya çıkarır.
3)- KRONOLOJİ(Takvim Bilgisi): Tarihi olayların zamanlarını belirleyerek, meydana geliş sıralarını düzenler.
4)- PALEOGRAFYA: Eski yazıların okunmasını sağlayan bilim dalıdır.
5)- EPİGRAFYA(Kitabeler Bilimi): Taş, mermer gibi sert cisimler üzerine yazılan yazıları inceler.
6)- SOSYOLOJİ (Toplum Bilimi): Sosyal olayları inceler.
7)- ANTROPOLOJİ: Toplumların ırk yapılarını inceler.
8)- FİLOLOJİ:(Dil Bilimi): Dilleri ve diller arasındaki bağları inceler.
9)- ETNOGRAFYA: Örf,adet, gelenek ve görenekleri inceler.
10)- DİPLOMATİK: Günümüze kadar gelmiş olan resmi belgeleri, fermanları vb. inceler.
11)- HERALDİK (Mühür bilimi): Resmi belgelerdeki mühür, arma ve özel işaretleri inceler.
12)- NÜMİZMATİK(Paralar bilimi): Eski Paraları inceler.
13)- ARKEOMETRİ (Karbon 14 Metodu): Herhangi bir tarihsel buluntunun yaşını hesap eden bilimdir.
Bunlardan başka tarihe yardımcı bilimler arasına felsefe, istatistik, psikoloji, astronomi, Tıp, kimya gibi bir çok bilimi katabiliriz.

TARİH BİLİMİNE GİRİŞ


TARİHİN TANIMI:
Tarih geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini YER VE ZAMAN bildirerek, SEBEP-SONUÇ ilişkisi içinde anlatan bilim dalıdır. * Bütün yönleriyle insanlığın geçmişini inceler * Geçmişle gelecek arasında kurulan bir köprüdür * Tarih insanlığın ortak mirasıdır.
Tarih, insan topluluklarının sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel, dini faaliyetlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, kültürlerini, yer ve zaman belirterek, olayların sebeplerini, gelişmelerini ve sonuçlarını birlikte inceleyen bir bilim dalıdır.
* Tarih sadece geçmişi araştırmakla kalmamakta, geçmişle günümüz ve gelecek arasında bir köprü görevi görmektedir.
* Tarihine sahip çıkmayan, tarihini unutmuş bir millet, hafızasını kaybeden bir insana benzer.

TÜRK TARİHİNİ ÖĞRENME GEREKLİLİĞİ :
Türk milleti tarihin en eski ve en köklü milletlerinden biridir. Türkler Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılan devletler kurmuşlardır. Bu bölgelerde Türk Dilinin, Türk Sanatının, Türk kültürünün izleri bugün bile sürmektedir.
* MÖ III.YY da Hunlar'la başlayan Türk Tarihi günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Atatürk Türk Tarihine büyük önem vermiş ''Türk çocuğu ecdadını ( Atasını ) tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır'' demiş ve zengin Türk Tarihinin ortaya çıkarılabilmesi için 1932 yılında Türk Tarih Kurumunu kurdurmuştur.
* Tarihimizi iyi öğrenmekle ,
Vatan, Millet sevgimiz gelişecektir.
Millet olarak geleceğe daha güvenle bakabiliriz.
Tarihini tanımayan, iyi bilmeyen milletler dağılmaya yok olmaya mahkumlardır.
TARİHİN KONUSU NEDİR? : Geçmiş zamanda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetidir.
TARİH ANLATIMINDA YER VE ZAMANIN ÖNEMİ NEDİR?
1)- Yer ve zamanın belirtilmesiyle olayın GERÇEK olup olmadığını anlarız.
2)- Olayın geçtiği yer ile olayın meydana geldiği zaman dilimi o olayın sebep ve sonuçlarını belirlememizde gereklidir. Çünkü o yerin iklimi, yaşam şartları, madenleri, o zaman içindeki nüfusu, o zaman içindeki toplumsal değerler olayın meydana geliş sebeplerini oluşturabilirler.
SEBEP-SONUÇ İLİŞKİSİNİN ÖNEMİ NEDİR?
Bütün olaylar bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. her olay kendisinden önceki olayın SONUCU, kendisinden sonraki olayın SEBEBİ'dir. Önceki olayı bilmezsek, sonraki olayı kavrayamayız.
OLAY NEDİR? OLGU NEDİR?
OLAY:
İnsanları ilgilendiren sosyal, ekonomik, kültürel, dini ve benzeri alanlarda meydana gelen oluşumlardır.
OLGU: Oluşum süreci içinde ya da başka bir şeyin belirtisi olarak gözlemlenmiş olaylardan ibarettir.
Örnek: Anadolu'nun Türkler tarafından fethi OLAY'dır. Anadolu'nun Türkleşmesi OLGU'dur.
TARİH FELSEFESİ NEDİR?: Tarihi tecrübeleri günümüz meselelerinin çözümü için yeniden yorumlamaya Tarih Felsefesi denir.
TARİH YAZICILIĞININ EVRELERİ:
-Kronik (Haberci) Tarihçilik: En ilkel şekli Anallardır.
-Rivayetçi (Hikayeci) Tarihçilik: Sebep-sonuç ilişkisi üzerinde durmaz. (Herodut, Taberi)
-Öğretici (Prağmatik, faydacı) Tarihçilik: Kişilerden ve olaylardan ders alınmasını sağlamak için )
-Sosyal Tarihçilik: Öğretici tarihçiliğin hissi yönlerinden arındırılmış şekli.
-Felsefi Tarihçilik: Değişik kültürleri inceleyerek biri birine etkileşimlerini inceler.
-İlmi Tarihçilik: Neden-nasılcı tarihçilik
-Materyalist, Kültürel, Pozitif (vs) Tarih çeşitleri....
TARİHİN TASNİFİ (SINIFLANDIRILMASI)
1)- Zamana Göre Sınıflandırma: (Örnek: Ortaçağ tarihi,15. yüzyıl tarihi gibi...)
2)- Mekana(Yer) Göre sınıflandırma: (Örnek:Türkiye Tarihi,Avrupa tarihi gibi...)
3)- Konuya Göre Sınıflandırma: (Örnek: Tıp Tarihi, Sanat tarihi gibi...)
TARİHİ NEDEN SINIFLANDIRIYORUZ?
Tarihi Zamana, Mekana ve Konuya göre sınıflandırmamızın nedeni öğrenmeyi,öğretmeyi,araştırmayı kolaylaştırmaktır.
TARİHİN YÖNTEMİ: Tarihi olayları araştıran bir tarihçi sırasıyla aşağıdaki yöntemleri uygular.
1)-KAYNAK ARAMA: Önce olayla ilgili kaynaklar aranır.
Kaynaklar 2'ye ayrılır:
1- Ana Kaynaklar(Birinci el kaynaklar): Olayın geçtiği döneme ait kaynaklardır.
2- İkinci El Kaynaklar: Ana kaynaklardan yararlanılarak hazırlanan kaynaklardır.
Ayrıca kaynakları YAZILI ve YAZISIZ kaynaklar diye de ikiye ayırabiliriz:
1- Yazılı Kaynaklar: Kitabeler, fermanlar, kanunlar, mahkeme kayıtları, noterlik yazıları, gazeteler, dergiler vb...
2- Yazısız(Sözlü) Kaynaklar: Evler, kaleler, tapınaklar, heykeller, silah, eşyalar, destanlar, efsaneler, fıkralar, atasözleri örf ve adetler vb...
2)- VERİLERİ TASNİF, TAHLİL VE TENKİT ETME:
a)- Tasnif(Sınıflandırma): Elde edilen bilgiler zamana, mekana ve konuya göre tasnif edilir.
b)- Tahlil(Analiz=İnceleme) : Kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler güvenilir mi?
arşılaştırma yapılarak bilgiler bu yönde incelenir.
c)- Tenkit(Eleştiri): Elde edilen bilgilerin işe yarayıp yaramadığı, hangi bilgilerin kullanılacağı belirlenir.
3)- SENTEZ(BİRLEŞTİRME): Kaynaklardan elde edilen bilgiler düzenlenerek yazılması safhasıdır.

ATATÜRK'ÜN KİŞİLİĞİ

Mustafa Kemal Atatürk'ün yetişme süreci, O'nun dar anlamda 'kişilik özellikleri', geniş anlamda ' liderlik özellikleri'nin ortaya konulabilmesi bakımından önemlidir.
Bilindiği gibi, bir liderin kişiliğinin oluşmasında, yetişmesinde şüphesiz, içinde yaşadığı 'çevre' etkin rol oynamaktadır. Liderin çevresi ise, ailesi, okuduğu okullar, meslek ortamı, yaptığı görevler ve insanlık idealleri ve birikimlerinden oluşur. Bu yazımda, Mustafa Kemal Atatürk'ün aile çevresi ve 'eğitim-öğrenim' ortamının yetişmesine, kişiliğine yaptığı etki ve katkı, Harp Akademisi sonu itibarıyla değerlendirilecektir.
O, bir insandı...
O, 1881 (Rumi 1296) yılında Selanik'te Koca Kasım Mahallesi Islahhane Caddesi'nde bugün müze olan üç katlı bir evde dünyaya geldi. Babası o sırada kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, Annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi, ilkokul öğretmeni olan Kızıl Hafız Ahmet Efendi, anne tarafından dedesi ise, Sofu-zade (Sofi-zade) Feyzullah Efendi'dir.
Mustafa Kemal'in hem baba, hem de anne tarafından soyu 'Evlad-ı Fatihan', yani Rumeli'nin fethinden sonra buraların Türkleştirilmesi için Anadolu'dan göçürülerek, iskan edilen 'Yörük' veya 'Türkmenler'dendir.
Baba soyu, Anadolu'dan gelerek Manastır Vilayeti'nin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık Köyüne yerleştiler. Aile sonradan 1830'larda Selanik'e göç etmiştir. Ali Rıza Efendi 1839'da Selanik'te dünyaya gelmiştir. Dedesi Ahmet ve dedesinin kardeşi Hafız Mehmet'in taşıdığı 'kızıl' lakabı ve yerleştikleri nahiyenin adı olan 'Kocacık''ın da gösterdiği üzere, Mustafa Kemal'in baba tarafından soyu Anadolu'nun da Türkleşmesinde önemli roller oynayan 'Kızıl-Oğuz Türkmenleri' nden gelmektedir.
Anne soyu da Fatih Sultan Mehmet döneminde Anadolu'dan Rumeli'ye göçürülüp, iskan edilmiş olan yörüklerdendir. Bu sebeple aileye 'Konyarlar' da denilmektedir.
Tamamen Türk olan Vodina Sancağı'na bağlı Sarıgöl Nahiyesi'ne yerleşen aile, sonradan Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya geçmiştir.
1839 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanımla 1870 veya 1871'de evlendi. Altı çocukları oldu: Fatma (1871/1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901).
Kardeşlerinden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında, o senelerde Rumeli'yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında ölmüşlerdir. En küçükleri Naciye on iki yaşında gözlerini hayata kapadı.
Aile çevresi içinde şüphesizdir ki, Mustafa'yı etkileyen insanların başında babası ve annesi gelmektedir. Ali Rıza Efendi, bir öğretmen çocuğudur ve yıllarca Gümrük, Evkaf memurluklarında bulunmuştur. Bir ara askerlik mesleği ile ilgilenmiş, Gönüllü askerlere talim yaptırmıştır. Selanik'te kurulan 'Gönüllüler Taburu'nun da kurucuları arasında bulunmuştur. Memuriyeti bırakarak, kereste ticaretine başlayan Ali Rıza Efendi, bu işi sırasında haraç isteyen çetelerle de çatışmayı göze alabilecek yapıda bir insandı. Oğlu Mustafa'ya 'adam olmak için okumak, öğrenmek şarttır. Başka çare yoktur' diyen Ali Rıza Efendi, geniş görüşlü, modern düşünceli, yeniliklere açık aydın bir insandı. Mustafa'yı Mahalle Mektebi'nden alarak, çağdaş bir eğitim kurumu olan Şemsi Efendi Okulu'na vermesi de, onun yenilikçi, parlak kişiliğini göstermektedir.
Zübeyde Hanım ise, Ali Rıza Efendi'ye göre daha muhafazakâr bir insandı. Fakat, aydın, bilge bir Türk anasıydı. Çocukları çok sever ve onların üzerine titrerdi. Zübeyde Hanım, doğuştan akıllı bir kadındır. Oğlu Mustafa, annesinin üzerindeki etkisini, fedakarlığını her zaman saygıyla anacaktır. Zübeyde Hanım, güçlü bir beden yapısına sahip olduğu kadar, güçlü bir iradeye de sahipti. Yeterince eğitim görmemiş, ama okumayı yazmayı öğrenmişti. 'Bilge' kişiliklerinden dolayı annesine 'Molla Hanım', kendisine de 'Molla Zübeyde' denilirdi.
O, bir insandı...
1887'de Mustafa, ilk okula gidecektir. Babasının istememesine rağmen, Zübeyde Hanım'ın ısrarları üzerine önce Mahalle Mektebi'ne törenle giren Mustafa, kısa bir süre sonra, Selanik'in şöhretli öğretmenlerinden ve eğitimcilerinden Şemsi Efendi'nin yeni metodlarla alfabe öğretimi yaptığı özel okula yazdırılmış ve esas öğrenimine burada başlamıştır. Mustafa okuyup yazmayı burada öğrenmiş, babasının ölümüne kadar, bu okulun sınıflarını düzenli olarak takip etmiştir.
Bu dönemde Mustafa'yı olumlu yönde etkileyen ve onun Atatürk haline gelmesinde çok büyük katkıları olan öğretmenlerinin başında şüphesizdir ki, Şemsi Efendi gelmektedir. Şemsi Efendi, eğitim tarihimizde yeni pedagojik yöntem ve uygulamaları ilk deneyenlerdendir. Öğrencileri bir üst düzey olan Rüştiyedeki öğrencilerden daha bilgili yetişiyorlardı. Atatürk'ün dinde bağnazlığa karşı görüşlerinde, yenilikçi fikirlerinde, disiplin duygularının gelişmesinde Şemsi Efendi'nin öğretim ve uygulamalarının önemli bir payı vardır.
Babası Ali Rıza Efendi, yakalandığı 'barsak veremi' hastalığından kurtulamayarak 28 Kasım 1893 tarihinde vefat edince, Mustafa için çiftlik günleri başlayacaktır. Zübeyde Hanım'ın çocuklarını alarak kardeşinin Langaza'daki çiftliğine gidişi, Mustafa'nın öğrenim hayatına kısa bir ara vermiştir.
Mustafa Kemal'in kişiliğinin şekillenmesinde rol oynayan dönemlerden biri de onun dayısının çiftliğinde geçirdiği yaklaşık dört buçuk aylık süredir. Çiftlikte geçen bazı olayları bir pedagog gözüyle değerlendiren Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Atatürk'teki 'yaratıcılık, ağaç ve hayvan sevgisi'nin çocukken yaşadığı bu 'yaratıcı çevre'nin eseri olduğu kanaatindedir.
Çiftlik hayatından sonra Selanik'e gelen ve kısa bir süre Mülkiye Rüştiyesi'ne devam eden Mustafa, esasen çocukluğundan beri askerliğe büyük bir ilgi duyuyor ve asker olmak istiyordu. Nihayet asker olmasını istemeyen annesine haber vermeden Selanik Askeri Rüştiyesi'nin sınavlarına girerek başarılı olu. Mustafa, Nisan 1894'te Selanik Askeri Rüştiyesi'nin ikinci sınıfından öğrenimine başladı.
Mustafa'nın bu okulu, düzenli ve disiplinli bir okuldu. Mustafa, çok kısa sürede öğretmenlerin ve komutanlarının dikkatlerini çeken seçkin bir öğrenci olarak kendisini çevresine tanıttı. Mustafa, Rüştiye'de Matematik dersine merak sardı. Bu derste sınıfın 'müzakerecileri' arasına girdi. Çok sevdiği bu dersin öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey, öğrencisinin yeteneklerini sezip, ona 'Kemal' adını vermiştir. Böylece onun kendisinden ve arkadaşlarından farklı ve üstün durumunu tespit etmiş, ona, daha iyiye, daha güzele doğru gitmek için sürekli bir teşvik nedeni sağlamıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk'ün bir lider olarak 'akılcı' ve 'hesap-kitap adamı' olmasında doğrudan rol oynayan bir faktör olarak Matematik sevgisi kabul edilecek olursa, Yüzbaşı Mustafa Bey'in üzerindeki yönlendirici etkisi daha da önem kazanır.
Selanik Askeri Rüştiyesi'nde Mustafa Kemal'e özel ilgi gösteren öğretmenlerinden birisi de, Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey'dir. Atatürk, 22 Eylül 1924'te Samsun'da öğretmenlerin verdiği bir çayda Nakiyüddin Bey'le karşılaşmış ve onun hakkında şunları söylemiştir: '...Bununla beraber hatırlamak gerekir ki, gerçek ve fedakar öğretmenler, eğitimciler eksik değildi. Onların bize verdikleri feyiz elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada bir yüce kişiye rastladım. O, benim Rüştiye birinci sınıfında öğretmenim idi. Bana henüz ilk bilgileri öğretirken gelecek için ilk fikirleri de vermişti. Demek istiyorum ki, ilk ilham ana baba kucağından sonra okuldaki eğitimcinin dilinden, vicdanından, terbiyesinden alınır...' Selanik Askeri Rüştiyesi'nde 1908'e kadar yirmi yıl Fransızca öğretmenliği yapan Nakiyüddin Bey, genç M. Kemal'e bir taraftan geleceğe ilişkin fikirler verirken bir taraftan da, 'sen bu Fransızcanın peşini bırakma' öğüdünde bulunmuştur. Sonradan Mustafa Kemal'in Şam'da kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin Selanik Şubesinin kuruluşunda, 31 Mart hadisesinin bastırılmasında öğrencisi M. Kemal ile birlikte çalışan Nakiyüddin Bey, Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün isteği ile milletvekili adayı gösterilmiş ve üç dönem milletvekili de seçilmiştir.
Hayatının sonuna kadar yanından ayrılmayacak olan Nuri (Conker), Salih (Bozok) ve Fuat (Bulca) ile arkadaşlıklarının da geliştiği Selanik Askeri Rüştiyesi'nde genç Mustafa Kemal, sadece okul çalışmalarıyla da yetinmemiştir. Onun bilgisini genişletmek, kültür seviyesini yükseltmek için o günün şartları içinde, çevresinde çıkan yayımları takip ettiği, yarışmalara katıldığı da görülmektedir.
Mustafa Kemal, 1895 yılı sonunda, Askeri Rüştiyeyi, 43 aldığı biri hariç, diğer bütün derslerden geçme tam notu olan 45 alarak dördüncü bitirdi.
O, bir insandı...
Mustafa Kemal,1896 yılının 13 Mart günü Manastır Askeri İdadisi'nde lise eğitimine başlar. İdadi'de yatılı ve daha üstün dereceli bir okulun hayat ve öğretim şartlarına kısa sürede intibak eden genç M. Kemal için, artık ömrünün sonuna kadar sürecek olan 'aile yuvası dışındaki hayat' başlıyordu. Bundan sonra ev yaşantısı sadece izin ve tatillerde kısa süreli olabilecektir. Askerlik mesleğinin meşakkatli ve zorlu özelliklerinden de kaynaklanan bu durum, biraz da onun 'bağımsız yaşama' karakterine uygun düşecektir.
Manastır'da sınıf arkadaşları sadece Selanik Rüştiyesi'ndekiler değildir. Manastır bölgesine bağlı olan, Üsküp, İpek, İşkodra, Yanya ve Manastır Askeri Rüştiyelerinden gelen gençler de vardır. Bu ortam içinde çeşitli karakter, mizaç ve seviyede genç insanlarla tanışmak, anlaşmak ve onlara kendini kabulettirmek hususunda M. Kemal'in üstün vasıflarının burada da büyük bir rol oynadığı şüphesizdir.
Manastır İdadisi'nde Mustafa Kemal, Matematikten yine çok başarılı, Fransızca' dan ise biraz zayıftır.
Burada Mustafa Kemal'i en çok etkileyen arkadaşlarından biri olan Ömer Naci, ona edebiyat ve şiir merakı aşılayacaktır. Sonradan İttihat ve Terakki'nin hatibi olacak olan ve genç yaşta Birinci Dünya Harbi sırasında hayatını kaybeden Ömer Naci, Bursa İdadisi'nden kovularak, Manastır İdadisi'ne yollanmıştı. M. Kemal hatıralarında şunları anlatıyor: 'O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi'nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiç birini beğenmedi. Bir arkadaşın, kitaplarımdan hiç birini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat olduğuna o zaman muttali oldum. Ona çalışmaya başladım. Şiir bana cazip göründü. Fakat kitabet hocası diye yeni gelen bir zat beni şiirle iştigalden men etti. -Bu tarz iştigal seni askerlikten uzaklaştırır' dedi. Ne var ki, güzel yazmak hevesi ben de baki kaldı.' Bu ikazı yapan Kitabet öğretmeni Alay Emini Mehmet Asım Efendi'dir. Aynı olayı M. Kemal, daha sonraları Ali Fuat Paşa'ya şöyle anlatır: 'Eğer Kitabet hocamız imdadıma yetişmeseydi, ben de şair olup çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım Efendi bir gün beni çağırdı. -Bak oğlum Mustafa dedi, şiiri filan bırak. Bu iş senin iyi asker olmana mani olur. Diğer hocalarınla da konuştum. Onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen Naci'ye bakma, o hayalperest bir çocuk. İleride belki iyi bir şair ve hatip olabilir, fakat askerlik mesleğinde katiyen yükselemez'. Hocamın ne kadar haklı olduğunu hadiseler ispat etti. Çok arzu ettiği halde Naci, erkanı harp (kurmay) zabiti olamadı.'
Bu ikaz ve yönlendirmenin Atatürk'ün hayatını ve kaderini doğrudan etkilediğine şüphe yoktur. Fakat, Ömer Naci'nin de Mustafa Kemal'in fikri altyapısının oluşmasında diğer faktörlerle birlikte önemli bir rol oynadığı da kesindir. Nitekim, genç Mustafa Kemal'in dönemin 'vatan ve hürriyet' şairi Namık Kemal ile 'Türkçü' şairi Mehmet Emin Yurdakul'un şiirleri ile tanışmasında Ömer Naci'nin etkili olduğu bilinmektedir. İdadi'de, Namık Kemal'i tanımak, duymak, onun gizlice elden ele dolaşan vatan şiirlerini bulmak, okumak işini Hatip Ömer Naci sağlamıştır. Atatürk, sonradan 14 Eylül 1931'de yaptığı bir konuşmada Mehmet Emin Yurdakul ile ilgili şunları söylemiştir: '...Şair Mehmet Emin Yurdakul'un ilk kez Manastır Askeri İdadisi'nde öğrenciyken okuduğum -Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur' dizeleriyle başlayan manzumesinde bana milli benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum...'
Tarih öğretmenleri Mehmet Tevfik (Bilge) Bey'in de etkileriyle, gençler Fransız İhtilali'nin temel ilkelerinden biri olan 'hürriyet' kavramı ile de burada tanışacaklardır. Topçu Kolağası Mehmet Tevfik Bey, o dönemin dar Osmanlı tarihçiliği görüşünden uzak, Türk tarihini bütün genişliği ve eskiliği ile kavramış ve öğrencilerine dersini sevdirerek, esaslı tarih bilinci ve kültürü veren bir öğretmendi. Ali Fuat Cebesoy'un, 'değerli ve milliyetçi bir Türk subayıydı. Türk tarihini iyi biliyor ve öğrencilerine tarih zevkini veriyordu. Atatürk, Türk tarihini bütün genişliği ve derinliği ile kavramış bulunan hocasından daima saygı ile söz etmiştir. Bir gün bana: -Tevfik Bey'e minnet borcum vardır. Bana yeni bir ufuk açtı' demiştir' şeklinde tanıttığı Kol Ağası Mehmet Tevfik Bey (1865-1945)'in Atatürk'ün derin tarih bilgisi ve bilincinin oluşmasında baş mimar olduğu kesindir. Atatürk, bu değerli öğretmenine beslediği şükran ve minnete, onu milletvekili adayı göstererek ve Beşinci Dönem Diyarbakır Milletvekili olarak Meclise girmesini sağlayarak karşılık vermiştir.
Manastır İdadisi'nin ikinci sınıfına geçen Mustafa Kemal, 1897 yılında Mart'ın ilk günlerine kadar devam edecek izinden faydalanarak Fransızca'sını kuvvetlendirmeyi düşünür ve 1888'de kurulmuş olan Tophane semtindeki 'College des Freres de Salle' (Frerler Okulu)'in özel kurlarına kaydını yaptırarak dersleri düzenli olarak takip eder. Birinci sınıfta kendisini ikaz eden Fransızca öğretmeninin 'acı ihtarlarına' yeniden muhatap olmak istemez. Kendi hatıralarında, 'İki, üç ay gizlice Frerler Mektebi'nin hususi sınıfına devam ettim. Böylece Mektep derslerine nispetle fazla derecede Fransızca öğrendim' demektedir. Bu özel derslerde Mustafa Kemal'in öğretmenlerinden biri Frere Rodriquez (1849-1941)'dir. Bunun anlattığına göre, Mustafa Kemal gayet ciddi, zeki ve çalışkan, elinde daima kitap bulunan bir gençti ve subay olduktan sonra da zaman zaman kendisinden ders almaya geliyordu. Mustafa Kemal, gerçekten İdadi'den başlayarak gençlik yıllarında Fransızca öğrenmeye büyük önem vermiştir. O, 'bir kurmay subay mutlaka yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır' diyordu.
O, bir insandı...
Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ni ikinci olarak bitirip, Pangaltı'daki Harbiye Mektebi'nde yüksek öğrenimine devam etmek için İstanbul'a, Payitahta gelir. Böylece bütün çocukluğu ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Makedonya'dan ilk defa ayrılır. Birikimi ile yeni bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı Harp Okulu'na girişi 13 Mart 1899, Apolet Numarası 1283'tür. 'Harbiyeli Mustafa Kemal', buradaki 'Künye Defteri' ne 'Selanik'te Koca Kasım Paşa Mahallesi Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96' olarak kaydedilecektir.
Mustafa Kemal Harbiye'de öğretime başladığı sırada, okul komutanı 24 yıl (1884-1908) bu kutsal yuvaya komutanlık yapmış olan Mustafa Zeki Paşa, öğretim başkanı, o zamanki ismi ile 'ders nazırı', daha sonra Çanakkale'de kendisine kolordu komutanlığı yapacak olan Esat Paşa'dır.
Mustafa Kemal, Harp Okulu 1 nci sınıfında 635 mevcutlu Piyade sınıfında bütün derslerden 484 not almış ve 9 uncu olarak ikinci sınıfa geçmiştir.
Mustafa kemal 2 nci sınıfta işse 420 arkadaşı arasında toplam 522 not alarak ve 11 nci olarak üçüncü sınıfa geçmiştir.
Mustafa Kemal, 3 ncü sınıfta, 459 arkadaşı arasında üç yıllık notlarının toplamı üzerinden Harp Okulu'nu 8 nci olarak bitirmiştir.
Mustafa Kemal'in Harbiye'deki arkadaşları öncelikle Manastır İdadisi'nden gelenlerdi. Bunlar arasında, Ahmet Tevfik ilk sırayı almaktadır. Çocukluk arkadaşı, Rüştiye ve İdadi'de de birlikte okuduğu Mustafa Nuri (Conker), Lütfi Müfit (Özdeş), Ali Fuat (Cebesoy), Arif (Ayıcı), Hayri (Tırnovacık), Kazım (Karabekir), Ömer Naci, İsmaik Hakkı (Pars), Kazım (İnanç), Kazım (Özalp), Ali Fethi (Okyar), onu takip eden arkadaşlarıydı. Bunların bazıları kendi devresi, bazıları da kendisinden önce veya sonraki devrenin öğrencileri idi. Mustafa Kemal'in bu arkadaşları arasında daha çok Ahmet Tevfik ile samimi olduğu görülmektedir.
Mustafa Kemal'in Harp Okulu'ndaki öğretmenleri arasında, onun kişiliğini etkileyen ve onu hayata hazırlayan çok değerli öğretmenleri olduğunu görüyoruz. Bunlar arasında, sonradan İstanbul Üniversitesi'nde Profesör olan, Türk Tarih Kurumu kurucu üyesi ve Milletvekili olan Fransızca öğretmeni Necip Asım (Yazıksız) Bey, Talim Öğretmeni Rahmi Paşa ve onun maiyetindeki Binbaşı Fazıl Bey, sonra Korgeneral ve milletvekili olan Yüzbaşı Naci (İldeniz) Beyve Teğmen Osman Efendi bulunuyordu.
Ali Fuat CEBESOY'un, öğretmenleri hakkında anlattıklarına göre Mustafa kemal, en çok Yüzbaşı Naci Bey'i sayar ve severdi.
Harbiyeli Mustafa Kemal'in, bu dönemde hem Fransızca'sını geliştirdiği, hem de memleket meseleleri üzerindeki düşüncelerinin daha da olgunlaştığı görülmektedir. O Harbiye'de Namık Kemal ve Mehmet Emin Yurdakul gibi dönemin meşhur şairleri yanı sıra Abdülhak Hamit ve Tevfik Fikret'i de okuyordu. Zamanın felsefe ve fikri akımları ile meşgul oluyordu.
Anlaşılmaktadır ki, Harp Okulu eğitimi ve öğrenimi dönemi, Mustafa Kemal'in hem 'vatan, millet, Türklük' fikirlerinin olgunlaşmasında, hem de Batıya dönük 'çağdaşlaşma' düşüncelerinin gelişmesinde önemli bir dönem olmuştur. Ayrıca bu fikirlerini arkadaşlarına da anlatması, okula bu fikirleri yaymak için bir gazete çıkarma girişiminde bulunması, onun daha o dönemde liderlik özelliklerinin gelişmeye başladığını da göstermektedir. O, yine bu dönemde özellikle ilk sınıfta İstanbul'un sosyal hayatı içinde kendisini bulmuş görünmektedir.
Mustafa Kemal'in Harp Okulu'ndan 'neşet' tarihi olan 10 Şubat 1902 tarihi, Harp Akademisi'ne girdiği tarihtir.
1848 yılında Harp Okulu içinde 'Harbiye Sınıfları' adı ile kurulan Harp Akademisi, Esat Paşa'nın Harp Okulu Öğretim Başkanlığı'na atanması (1899) ndan sonra, yani Mustafa Kemal'in Harp Okulunda öğrenime başladığı sırada yeni bazı düzenlemeler yapılmıştır. 1902 yılından itibaren Erkan-ı Harbiye Sınıflarından 'Çok İyi' derecede başarı sağlayanlara '', ve 'derecede bitirenlere 'Mümtaz' ünvanı verilmeye başlanmıştır. Bu usul, 1909 yılına kadar devam etmiştir. Mümtazlar arasında '' ihtiyacını karşılamak üzere sonradan 'kurmaylıkları onananlar da çoktur.
Mustafa Kemal Akademi'ye başladığı yıl sınıf mevcudu, topçu ve süvari okullarından gelenler ve değişik sebepler dolayısıyla bir üst sınıftan kalanlar ile birlikte 43 kişidir. Atatürk'ün Harp Akademisi'ndeki notları ve ders başarısı şu şekildedir:
Sınıf mevcudu kırk iki kişi olan Akademi birinci sınıfta, toplam 580 olan ders notlarından Mustafa Kemal, toplam 479 not almıştır ve başarı sırası 8'dir.
Mustafa Kemal'in, Akademi ikinci sınıfında kırk kişilik sınıf mevcudu içinde toplam 480 puan aldığı görülmektedir ve 6. sıradadır.
Kurmay Yüzbaşı olarak yeminini 21 Ekim 1904 Cuma günü eden Mustafa Kemal, 11 Ocak 1905 Çarşamba günü Akademiden mezun olmuştur.
57 nci Dönem Akademi mezunu toplam 37 kişidir. Bunların 13'ü 'Kurmay', 27'si de 'Mümtaz' olmuşlardır. Mevcut bilgi ve belgelere göre Mustafa Kemal Kurmay olarak Akademiyi bitiren 13 kişi arasında 5 nci olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Akademi'deki öğretmenleri arasında kendisini derinden etkileyen öğretmenler vardı. Bu öğretmenler şunlardır: Topçu Feriki (Tümgeneral), Ahmet Muhtar, Kurmay Binbaşı Refık Bey, Kurmay Yarbay Nuri Bey, Pertev Paşa (Demirhan), Kurmay Albay Hasan Rıza Bey, Kurmay Albay Zeki Bey, Kurmay Yarbay Fevzi Bey.
Sınıf arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'un anlatımına göre, Mustafa Kemal bu öğretmenlerinden en çok Tabiye derslerine giren Kurmay Yarbay Nuri Beysayıyor ve takdir ediyordu. Nuri Bey gerçekten geniş kültürlü, çağına göre aydın düşünceli, stratejide üstat sayılan bir kurmay subaydı. Aradaki uzaklığı korumakla beraber öğrencilerine karşı içten ve ağabeyce davranıyordu. Yalnız ders vermekle yetinmiyor, genç kurmay adaylarının çeşitli sorularını da cevaplamaktan zevk duyuyordu. Nuri Bey, 'bir kurmay subay, askerlik dışında kalan bilgilerle de donanmış olmalıdır. Yarın hepiniz birer kumandan olacak, sorumluluk yükleneceksiniz.' diyordu. Nuri Bey bir derste öğrencilerine 'Gerilla' hakkında bilgiler vermişti. Mustafa kemal 1911'de Trablusgarp'tan arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'a yazdığı bir mektupta, 'Kurmay Yarbay Nuri Bey'in gerilla metotlarını başarıyla uyguladığını yazıyordu.'
Gerek kendisinin, gerekse arkadaşlarının anılarından öğrendiğimize göre Mustafa Kemal Akademi'de kültürel çalışmalara çok önem veriyordu. Gazete çıkarmak işi burada Harbiye'den daha düzenli bir şekilde yürütülüyor, kürsüden 'konferans' niteliğinde konuşmalar yapıyor ve bunların metinlerini arkadaşlarına dağıtıyordu.
Mustafa Kemal, Harp Akademisi'ne yeni başladığı sıralarda, 26 Haziran 1902 Perşembe günü Ali Fuat CEBESOY'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın Kuzguncuk'taki köşkünde misafir ediliyor. O gece orada kalıyor, ertesi 27 Haziran Cuma günü köşke gelen Osman Nizami Paşa ile tanıştırılıyor. Osman Nizami Fransızca ve Almanca'yı (edebiyatı dahil) anadili gibi bilmekte, İngilizce'yi de yanlışsız konuşabilmektedir. O gün tanışıp görüşüyorlar. Osman Nizami Paşa, II. Abdülhamit'in baskı rejimini yumuşatacağına dair hiçbir belirti olmadığına işaret ettikten sonra şöyle diyor: 'İstibdat idaresi, bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat onun yerine Batılı manada bir idare gelip memleketi her bakımdan acaba kalkındıracak mıdır? Ben buna inanmıyorum.'
Mustafa Kemal kuşkuludur. Nizami Paşa Abdülhamit'in adamlarından biri olabilir mi? Kendisinin ağzını arayan bir hafiye midir? M. Kemal, bu olasılıklara karşın gene de düşüncelerini cesaretle söylemeye kararlıdır. Diyor ki: 'Paşa Hazretleri! Garplı manadaki idareler de zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılap vukuunda bugün iş başında olanlar yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa o vakit buyurduğunuzu kabul etmek lazım getir. Yeni nesiller içerisinde her hususta itimada layık insanlar çıkacaktır.' Osman Nizami Paşa susuyor, olumlu ya da olumsuz hiçbir cevap vermiyor. Aynı günün akşamı ayrılmak üzere veda eden Mustafa Kemal'e şunları söylüyor:
' Mustafa Kemal Efendi oğlum, sen, bizler gibi yalnız Erkân-ı Harp zabiti olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende, memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.'
Evet, Osman Nizami Paşa yanılmamıştır. Çünkü Mustafa Kemal, gençlik çağlarından beri geleceğin Atatürk'ünden belirtiler ve ışıklar vermiştir. Çünkü O, hep 'yarınların adamı' olmayı hedeflemiş ve daima öyle yaşamıştır.
Mustafa Kemal ve Harbiye'den arkadaşı Kırşehirli Lütfü Müfit Özdeş tayin oldukları ilk görev yerleri olan Şam'daki Beşinci Ordu'ya 1905 yılını ilk aylarında katılırlar. Burada iki stajyer kurmay yüzbaşıyı bir çok zorluklar beklemektedir. Görevli oldukları 29 ve 30 uncu alaylar Havran civarındaki bir isyanı bastırmak için Şam'dan hareket ederler. Fakat, esas yapılan iş, bazı personelin bu vesileyle soygun ve talan yapacak olmalarıdır. Bu iki genç kurmay subayı aralarına almak istemezler. Buna rağmen iki arkadaş bu harekata iştirak ederler. Kendi kurdukları düzenin bozulacağından korkan soygun ekipleri, kendi aralarındaki dalavereli hesaplardan bir miktar altını da Lütfü Müfit'e vermek isterler. Müfit, bu altınları almaz ve işi Mustafa Kemal'e haber verir. Ne yapması gerektiğini sorar. Mustafa Kemal Müfit'e, 'bugünün adamı olmak istiyorsan bu altınları al, eğer yarının adamı olmak istiyorsan bu altınları iade et, makbuzunu al ve sakla' der.
İşte, tarihin altın sayfalarında kalan insanlar, 'yarının adamı' olmayı tercih edebilenler ve bu irade gücünü ortaya koyabilenlerdir.
O, bir insandı...
O, yarının adamı olmayı göze alabilen büyük bir insandı...
O, Mustafa Kemal'di...
O, arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'a okula ilk geldiği gün, 'Sınıflarımız biraz karanlıktır, fakat, beyinlerimiz ve yüreklerimiz aydınlıktır.' diyen Harbiyeli Mustafa Kemal'di...
O, yok olmak noktasına getirilmiş bir milleti yeniden var eden, akıl ve bilim temelinde, çağdaş uygarlık yolunda ona yeni ufuklar açan dahi bir asker, devlet ve düşünce adamı idi...
O, bir Atatürk idi...
Takdir edersiniz ki, Atatürk ve Onun önderliğinde kurduğumuz Millî (Üniter), Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ni yaşatma ve yarınlara taşıma bilinci ancak, Atatürk'ü doğru anlamak ve doğru anlatmak ile oluşturulabilir, kökleştirilebilir.
Büyük Önder'in aramızdan ayrılışının yıldönümünde aziz hatırası önünde saygıyla eğilirken, O'nu ve düşüncelerini daha iyi ve daha doğru anlama ve anlatma azminde olduğumuzu belirtir, saygılarımı sunarım.
Dr. Ali GÜLER - Dr. Suat AKGÜL (10 KASIM 2001)

Takvim Nedir? Kim Buldu? Takvim Çeşitleri...

Takvim Nedir?Türklerin Kullandıkları Takvimler.Hicri (HİCRET) Takvimi.Rumi Takvim.Miladi (MİLAT) Takvim. Hicri Takvimle Miladi Takvim Arasındaki Fark nedir?Takvimin icadı.Takvimi kim buldu?
Tarih boyunca, ya güneşin hareketleri, ya ayın hareketleri veya her ikisinin hareketlerine göre senenin tesbit olunduğu takvimler yapılmıştır. Şemsî sene, güneş senesi olup, yerkürenin güneş etrafında bir devir yaptığı zamanı ifade eder. 365,242 vasatî güneş günüdür. Kamerî sene; ay küresinin, yerküresi etrafında 12 kerre döndüğü zaman olup, 354,367 vasatî güneş günüdür. Güneş yılı, kamerî yıldan 10,875 gün daha uzundur. Tarih boyunca, bazı takvimler güneşin, bazı takvimler ayın, bazı takvimler de her ikisinin hareketleri esas alınarak hazırlanmıştır.
Hayatı ziraat üzerine kurulmuş bulunan Eski Mısır'da, bir yılı 12 ay ve 365 gün olan güneş takvimi kullanılırdı. Aylar 30 gün idi ve sonuncusuna 5 gün eklenirdi. Her gün de 12'şer saatlik iki kısma ayrılmıştı. Astronomide çok ileri olan Mezopotamya'da da ay-güneş takvimi kullanılırdı. 12 aydan müteşekkil 354 günlük yıla onbir günlük kısa bir ay eklenirdi. Bâbil'de ise üç yılda 33 günlük bir ay eklenerek yılbaşının hep 1 Nisan olması temin edilirdi. Bugün Türkiye ve Ortadoğu'da kullanılan güneş takvimi aylarının isimleri (Nisan, Temmuz, Teşrin, Şubat gibi) hep Bâbillilerden alınmıştır. Eski Türkler ve Çinliler ile Aztekler ay-güneş takvimini kullanırlardı. Her yıla bir hayvan ismi verilmişti. 12 yılda bir bu yıllar devir yapardı. Böylece yaşları ve tarihî hâdiseleri hatırlamak daha kolay olurdu. Süryânîler, Selefkos takvimi denilen ve dört yılda bir artıklanan güneş takvimini kullanırdı. Yunanlıların takviminin devamı olan bu takvimin başlangıcı, İskender'in generali Selefkos'un Bâbil'e giriş tarihi olan Mîlâddan Önce 312 yılı idi. Eski Roma'da 12 ay ve 354 günlük kamerî takvim kullanılır; mevsimlere göre kaymasını önlemek için iki yılda bir 22 veya 23 gün eklenirdi. Yılın ilk ayı Mart idi. Yahûdîler, insanlığın yaradılışı kabul ettikleri M. Ö. 3761 tarihini başlangıç tarihi alan bir güneş-ay takvimi kullanırlar. Yılın esası kamerî olmakla beraber, güneş yılı arasındaki farkı gidermek için yıllara her üç yılda bir ay eklenir.
Romalılar Roma'nın kuruluşu olan M. Ö. 312'yi başlangıç alan güneş takvimi kullanırdı. Roma'da kullanılan takvim üzerinde Julius Caesar'ın emriyle M. Ö. 46'da bir takım düzeltmeler yapılmış ve bu takvim Julyen Takvimi olarak tanınmıştır. Bir yıl, 365,25 gün olup, Mart ayından itibaren aylar dönüşümlü olarak 31 veya 30 gün sayılmış; son ay Şubat üç yıl 28, dördüncü yıl (kebîse=artık yıl) 29 sayılmıştır. Yılbaşı 1 Ocak idi. 532 senesinde Papa Dionysus, Hıristiyan âleminde bu takvimin esas alınmasını ruhânî konsile kabul ettirmiştir. Dionysus, Hazret-i Îsâ'nın doğum yılını (mîlâd) 753. Roma yılı olarak tesbit etmiş; takvimin başlangıcı bu tarih olmuştur. Bu takvime İslâm âleminde Mîlâdî Takvim denir.
Yıl uzunluğundaki küçük mikdar farkları, zamanla büyük fark meydana getirmiştir. Papa XIII. Gregorius zamanında bu fark 14 güne ulaşmıştır. 1582'de bu papanın emriyle yapılan düzeltme ile takvim 10 gün ilerletilmiş; o sene 4 Ekimin ertesi gün, 15 Ekim olarak ilan olunmuştur. Yılbaşı da 1 Ocak'a alınmıştır. (Fransa'da, yılbaşı 1563 senesinde kral X. Charles'ın emriyle 1 Nisan'dan 1 Ocak'a alınmıştı.) 400'e bölünebilen yıllar artık yıl kabul edilmiştir. böylece XX. asırda iki takvim arasındaki fark 13 günü bulmuştur. Bu değişiklik önce İtalya, Portekiz, İspanya ve Almanya'da kabul görmüş; İngiltere 1752, İsveç 1753, Japonya 1873, Çin 1912, Rusya ve Balkan ülkeleri 1918, Yunanistan 1923, Türkiye 1926'da Gregoryen Takvimi denilen bu takvimi kabul etmiştir.
İslâm dünyasında kullanılan takvim, öteden beri Arabistan'da kullanılan ay takvimidir (kamerî takvim). Kamerî esasa göre tesbit edilen bu takvimde, ay'ın dünya etrafındaki bir dönüşü ile bir ay sâbit olur ki bu da 29.53 gündür. Dolayısıyla bu takvimde aylar 29 veya 30 gün çeker. On iki ay bir hicrî seneyi teşkil eder. Yeni hilâlin görünmesiyle yeni ay başlar; görünmezse önceki ay 30 güne tamamlanır. Bunu kâdı şâhidlerin beyanına dayanarak ilân ederdi. Hakikatte ayın doğması ile görünmesi arasında bir gün oynayabileceğinden, hesabla bulunan tarih ile tatbikattaki değişebilirdi. Kamerî takvim, şemsî takvimden daha doğru ve hassastır. Artık gün ve yıl gibi bir mesele doğurmaz. Güneş ve ay tutulması günleri ile mehtablı geceler kolayca tesbit olunduğundan tarihî hâdiselerin tayini kolaylaşır; yine bu sebeplerle seyyahlar ve denizciler için çok elverişlidir. Ayrıca Ramazan ve Bayram günleri de, her sene güneş takvimine göre 11 gün evvel olduğundan, hep aynı mevsime rast gelmez. 33 senede bir kamerî takvim ile şemsî takvim aynı günde buluşur. Bu takvimde aylar, Muharrem (M), Safer (S), Rebiülevvel (Ra), Rebiülâhir (R), Cemâzilevvel (Ca), Cemâzilâhir (C), Receb (B), Şa'ban (Ş), Ramazan (N), Şevval (L), Zilka'de (Za), Zilhicce (Z) aylarıdır. Parantez içindeki harfler, Osmanlı vesikalarında bu ayları gösteren rümuzlardır. Gurre ayın ilk günü, selh son gününü ifade eder. Evâil, evâsıt ve evâhir ayın ilk, orta ve son on gününü gösterir.
Müslümanlar arasında sene tarihleri, halîfe Hazret-i Ömer'in emri ile hicretin 17. senesinde başlamıştır. Tarih başlangıcının, Hazret-i Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği ve Medine devletinin kurulduğu senenin Muharrem ayının birinci günü olması, Sahâbe'nin söz birliği ile kabul edildi. Bu da, efrencî 622 yılının 16 Temmuz günü idi. İslâm dininde oruç, namaz, zekât, hac gibi ibâdetler ve ıddet gibi hukukî bütün muameleler, bu takvim esasına göre tesbit edilir. Tarih boyunca bütün İslâm devletleri bu takvimi kullanmışlardır.
İran'da İslâmiyet'ten evvel güneş takvimi (şemsî takvim) kullanılmaktaydı. Takvim 30 günlük 12 aydan teşekkül ederdi. 5 gün fazlalık sekizinci aya eklenirdi. Aylar burçların başına göre başlardı. Nevruz da denilen 20 Mart yılbaşı idi. Ayın her gününün ayrı bir ismi vardı. Yıl tam 365.25 gün çekmediği için, 120 yılda bir ayarlama yapılırdı. Bu sebeple Julyen takvimi kadar kullanışlı değildi. Selçuklu Sultanı Celâleddin Melikşah bunu ıslah ettirerek, güneş hesabına dayalı, ancak başlangıç yılı hicrete göre tesbit olunan bir takvim hazırlatmıştır. Buna hicrî şemsî takvim veya Celâlî Takvim denir. Bu takvimde 120 yılda bir ay değil, dört yılda bir gün artıklama yapılırdı. Böylece Celâlî Takvim, 3770 yılda bir gün hatâ verir. Gregoryen Takvimi'nde bu hatâ daha fazla olup 3330 yılda bir gündür. Dolayısıyla Celâlî Takvim, Gregoryen Takvimi'nden daha hassastır. Celâlî Takvimi üzerinde Türkistan şahı Uluğ Bey, İlhanlı hükümdarı Gazan Han, İran şahı Nâdir ve Hindistan şahı Ekber tarafından bir takım ıslâhat yapılmış olup, bugün İran, Hindistan ve Afganistan'da kullanılmaktadır. Nevruz 21 mart (şimdi 3 nisan) yılbaşıdır. Ay isimleri şöyledir: Ferverdin (30 gün), Ordibeheşt (31), Tir (30), Hordad (30), Şehriver (31), Mordad (30), Aban (31), Azer (30), Dey (31), Behmen (30), Esfend (31). Gün isimleri de şöyledir: Yekşenbe (Pazar), Düşenbe, Seşenbe, Ceharşenbe, Pençşenbe, Cuma, Şenbe.
Osmanlılar da önceki İslâm devletleri gibi hicrî kamerî takvimi kullandılar. Hicrî kamerî sene mevsimlere göre tayin olunmadığı için, vâridâtı ve askerî düzeni toprak hâsılâtına sıkı sıkıya bağlı bulunan Osmanlı Devleti'nde bazı sıkıntılara sebebiyet veriyordu. Çünki toprak mahsûlleri şemsî takvim esasına göre elde ediliyor; kamerî takvim ile arada 11 günlük bir fark bulunduğu için beytülmâl-i müslimîn (devlet hazînesi) zarara uğruyordu. Bunun üzerine 1089/1678 senesinden itibaren sadece malî hususlarda malî sene adıyla halkın Romalılardan alındığı için rûmî takvim dediği Julien takvimi kabul edilmiş; ancak yıllar yine hicret esasına göre hesab edilmiştir. 1205/1790 ve 1256/1840 tarihlerinden itibaren malî senenin kullanılma sahası genişletilerek bütün resmî evraklarda bu takvim kullanılmaya başlanılmış; hicrî takvim de bunun yanısıra kullanılmaya devam etmiştir. 1120 senesinden itibaren 33 senede bir yıl siviş yılı sayılarak atlanmış, 1120 rumî senesini 1122 rumî senesi takib etmiş, böylece her iki takvimde de yıllar aynı olmuştur. 1287/1870 yılında bu yapılmamış, böylece iki takvim arasında yıl farkı doğmuş ve bu fark giderek artmıştır. Osmanlılarda takvimle alâkalı işleri tesbit etmek üzere müneccimbaşı ve maiyeti vazife yapardı. Ayrıca büyük câmilerde muvakkithâne ve burada çalışan muvakkitler bulunur; ibâdet vakitlerini tayin ve ilan ederdi. Gün, 12 saatlik iki eşit kısma ayrılır; akşam güneşin batması ile saat her zaman 12 olup, gerekirse ileri veya geri alınırdı. Ayrıca Osmanlı ülkesindeki Yahûdî ve Ermenîlerin kendi aralarında kullandıkları hususî takvimleri vardı.
Osmanlı Devleti'nde, Gregoryen takvimini kullanan Avrupa ülkeleriyle aradaki 13 günlük farkı kaldırmak için 16 Şubat 1332 (29 Şubat 1917) rûmî gününü takib eden gün 1 Mart 1333 olarak tesbit olunmuştur. 1926 yılında resmî işlerde hicrî takvim bütünüyle kaldırılmış; mâlî (rûmî) takvim ise, yılı Avrupa ile aynı hâle getirilerek varlığını devam ettirmiştir. 1341 rûmî senesinin 10. ayı olan Kânunevvel (Aralık) ayının 31. gününü, 1 Kânunsâni (Ocak) 1926 gününün takip etmesi kararlaştırılmıştır. Böylece yılbaşı da mâlî işler hâriç olmak üzere, 1 Mart'tan 1 Ocak'a alınmıştır. Rûmî takvimdeki ay isimleri aynen muhafaza edilmişse de, 1944 yılında Teşrinievvel (İlkteşrin), Teşrinisani (İkinciteşrin), Kânunıevvel (İlkkânun), Kânunısâni (İkincikânun) isimleri, Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak olarak değiştirilmiştir. Milâdî seneden 584 çıkarılırsa rûmî seneyi; rûmî seneye 584 eklenirse milâdî seneyi verir. Hicrî senelerin milâdî karşılıklarını bulmak biraz karmaşık hesapları gerektirmekte olup, bu hususta hazırlanmış cedvellere mürâcaat etmek iyi olur.

*Takvim Nedir :
Takvim zamanı günlere, aylara, yıllara bölme metodudur. İnsanlar zamanı ölçerken ölçü aracı olarak Günesi ve Ay’ı kullanmıslardır. Günesi kullananlar dünyanın günes etrafında bir tam dönüsünü esas almıslardır.
(365 gün 6 saat) Bu sekilde olusturulan takvimlere GÜNES TAKVİMİ diyoruz. Ay’ı kullananlar ise Ayın Dünya etrafında 12 kez dönmesini (12 x 29.5 =354) esas almışlardır. Bu sekilde oluşturulan takvimlere AY TAKVİMİ diyoruz.
-Tarihte ilk GÜNES TAKVİMİ’ni MISIRLILAR, ilk AY TAKVİMİ’ni SÜMERLER olusturmuslardır.
- Her toplum kendi takvimini olustururken kendileri için önemli saydıkları bir günü BASLANGIÇ olarak kullanmışlardır.Örnek: Romalılar Roma’nın kurulusunu, Müslümanlar Hicreti, Hırıstiyanlar Hz. İsa’nın doğumunu gibi…
Türklerin Kullandıkları Takvimler:
* 12 Hayvanlı Türk Takvimi:
Türklerin kullandığı en eski takvimdir. Günes yılını esas alır .Bu takvimde her yıl bir hayvan adıyla anılıyordu.
* Celali Takvimi:
Büyük Selçuklular zamanında Meliksah tarafından hazırlatılan bu takvim günes yılına göre hazırlanmıstı.
* Hicri (HİCRET) Takvimi:
Ay yılını esas alır. Baslangıç olarak Hz. Muhammed’in Mekkeden Medine’ye hicret ettiği 622 yılını alır. Bugün Ramazan, mevlidler gibi dini günlerde bu takvimi kullanmaktayız.
* Rumi Takvim:
Osmanlı devletinde resmi ve mali işlerde kullanılmak üzere 19. yüzyıl başlarından itibaren yürürlüğe giren takvimdir. Güneş Yılını esas alır.
* Miladi (MİLAT) Takvim:
1926′ dan itibaren kullandığımız takvimdir. Günes yılını esas alır. Temeli Mısırlılar’a dayanır. İyon ve Yunanlılar kanalıyla Batıta aktarılmıstır. Romalılar Sezar zamanında JULYEN takvimi olarak düzenlemis ve kullanmıslardır. Yeniçağda Papa XII.Gregor tarafından yeniden yapılan düzenlemelerle GREGORYAN TAKVİMİ olarak anılmıştır. Günümüzde ise Milat takvimi denilmektedir. Milat takvimi Hz. İsa’nın doğusunu (sıfır) kronolojinin baslangıcı olarak kabul eder.

Hicri Takvimle Miladi Takvim Arasındaki Farklar:* Hicri Takvim AY yılını, Miladi Takvim GÜNES yılını esas alır. Bu yüzden ikisi arasında 11 gün fark vardır.* Baslangıç tarihleri farklıdır. Hicri Takvimde baslangıç tarihi Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği tarih olan 622 yılıdır. Miladi Takvimde ise baslangıç Hz. İsa’nın doğum tarihi 0 yılıdır.—* Hicri Takvimden Miladi Takvime Çevirme:
Hicri 1340 yılını Miladiye çevirmek.
Hicri=1340 Miladi=?
1340 ÷ 33 = 40,6 (Yaklasık 41)
1340 - 41 = 1299
1299 + 622= 1921
(Hicri yıl ile miladi yıl arasında 11 günlük fark vardır.
11 günlük farklar 33 yılda bir yıllık fark oluşturur.)
* Miladi Takvimden Hicri Takvime Çevirme:
Miladi 1998 yılını Hicri takvime çevirmek.
Miladi=1998 Hicri=?
1998 - 622 = 13761376 ÷ 33 = 41,7 (yaklaşık 42) 1376 +42 = 1418
(Hicri yıl ile miladi yıl arasında 11 günlük fark vardır.
11 günlük farklar 33 yılda bir yıllık fark oluşturur.)
* Miladi Takvimden Rumi Takvime Çevirme:
Miladi 29 Ekim 1923 yılını rumi yıla çevirmek.Rumi=?
29 Ekim 1923
- 13 584_______________
16 Ekim 1339
(İki takvim arasında 13 gün 584 yıl fark vardır.
Bu nedenle verilen miladi tarihten 13 gün 584 yıl çıkarılır.)
Rumi Takvimi Miladi Takvime Çevirme
SORU: Rumi 31 Mart 1325 , Miladi=?
31 Mart 1325
+ 13 584 İki takvim arasında 13 gün 584 yıl fark vardır
________________ -
13 Nisan 1909 istenen miladi yıl.
İşlemin açıklaması; Rumi yıl ile miladi yıl arasında 13 gün 584 yıllık fark vardır. Bu nedenle, verilen rumi yılın üzerine 13 gün 584 yıl ilave edilerek istenen miladi yıl hesaplanır.
Tarih ile Yazı Arasındki İlişki :
- Tarih YAZI ile baslar.
- Yazıdan önceki devirler hakkında sağlıklı bilgi edinmek zor olduğundan, bu
dönemlere “Tarih Öncesi Devirler Prehistorik Devirler” veya “Karanlık Çağlar” denir.
Yazı ile İlgili Önemli Bilgiler
- Toplumlar ilk olarak resim yazısı kullanmışlardır.
- İlk yazıyı Sümerler bulmuştur.(Çivi Yazısı)-
Bugün kullandığımız alfabeyi, ilk olarak Fenikeliler kullanmış, onlardan Yunanlılar
ve Romalılar alarak geliştirmişler ve böylelikle LATİN ALFABESİ ortaya çıkmıstır.
- Yazı, Anadolu’ya ilk olarak ASURLULAR tarafından TUNÇ devrinde getirilmistir.
- Türk Tarihinin ilk yazılı eserleri GÖKTÜRK (ORHUN) KİTABELERİDİR

25 Eylül 2008 Perşembe

İstediğini al :)

@hotmail.it almak için tıklayın (https://accountservices.passport.net/reg.srf?ppHttp=1&sl=1&id=2&rollrs=11&lc=1040&ns=hotmail.com&vv=30)
Şehir=Roma
Posta Kodu=00187

@hotmail.fr almak için tıklayın
(https://accountservices.passport.net/reg.srf?id=2&vv=30&sl=1&lc=1036)
Saat Dilimi=Paris
Posta Kodu=71000

@hotmail.co.uk almak için tıklayın
(https://accountservices.passport.net/reg.srf?id=2&sl=1&lc=2057)
Constituent Country=England
Posta Kodu=EH12 5AU

@hotmail.de almak için tıklayın
(https://accountservices.passport.net/reg.srf?id=2&vv=30&sl=1&lc=1031)
postleitzahl (posta kodu)=03150
Zeitzone (Saat diliminden)= Berlin'i seçin

@hotmail.co.jp almak için tıklayın
(https://accountservices.passport.net/reg.srf?id=2&vv=30&sl=1&lc=1041)
Şehir farketmez...
Posta kodu:107-0061

@msn.com almak için tıklayın
(https://accountservices.passport.net/reg.srf?ct=1013041196&mn=&ru=http://mail.msn.hotmail.msn.com/cgi-bin/sbox%3Fjs%3Dyes&ns=msn.com&kpp=2&js=yes&cbid=2&id=963&svc=mail&ts=-11&cb=_lang%3dTR&ppHttp=0&sl=1&vv=400&lc=1055)

@passport.com almak için tıklayın
(https://accountservices.passport.net/reg.srf?ems=0&ru=https://accountservices.passport.net/ppnetworkhome.srf%3Fvv%3D410%26lc%3D1033&cru=https://accountservices.passport.net/ppnetworkhome.srf%3fvv%3d410%26lc%3d1033&sl=1&lc=1033)

@live.nl almak için tıklayın (http://get.live.com/nl-nl/mail/overview)

@w.cn hesabı açmak için tıklayın
(https://domains.live.com/members/signup.aspx?domain=w.cn)

EN MUTLU ÇİFT KİMDİR

CEVAP: ÂDEM İLE HAVVA’DIR
ÇÜNKÜ;
1- ÂDEM’İN DE HAVVA’NIN DA KAYNANASI OLMADI.
2- ÂDEM DE HAVVA DA ALDATILMAKTAN KORKMADI.
3- ÂDEM: ‘ARKADAŞLARIMLA MAÇ YAPMAYA GİDİYORUM’ DİYEMEDİ.4- HAVVA KIZ ARKADAŞLARINI EVE TOPLAYIP AKSAMA KADAR DEDİKODU YAPAMADI.
5- ÂDEM HİÇBİR ZAMAN POKER PARTİSİNE GİDİYORUM DEYİP, GECENİN BİR KÖRÜNDE EVE SARHOŞ GELEMEDİ.
6- ÂDEM HİÇ UZUN İS GÖRÜŞMELERİ İÇİN YURTDIŞINA GİDEMEDİ. GİTSE BİLE GİTTİĞİ YERDE OTEL ODASINDA KALAMADI.
7- SEVGİLİLER GÜNÜ’NÜ UNUTMAKTAN DOĞAN KAVGALAR ÇIKMADI.
8- RANDEVULARA GECİKİNCE TRAFİĞİ BAHANE EDEMEDİLER.9- YÜKSEK GELEN FATURALAR NEDENİYLE TARTIŞMADILAR.
10- ÖZEL GÜNLERİNDE BİRBİRLERİNİN SEVMEDİKLERİ ARKADAŞLARINI DAVET ETME GİBİ BİR İHTİMALLERİ OLMADI.
11- ÂDEM HİÇBİR ZAMAN HAVVA’YA ‘SEN BU DÜNYADA GÖRDÜĞÜM EN GÜZEL KADINSIN’ DERKEN YALAN SÖYLEMEDİ.
12- HİÇBİR ZAMAN RÖNTGENLEYEN VAR MI? DİYE TEDİRGİNİLİĞE DÜŞMEDİLER.
13- ONLAR ENFLASYON CANAVARIYLA HİÇ TANIŞMADILAR. BİRİKİMLERİNİ BATIRIP, ALACAK BANKACILARLA DA HİÇ KARSILAŞMADILAR.
14- ONLAR MUTLUYDULAR. ÇÜNKÜ NE SAYIMA GEREK VARDI, NE DE SAYILMAYA.
15- HİÇBİR ZAMAN BİRBİRLERİNİN YÜZÜNE TELEFONU KAPATAMADILAR. TELEFONDA KAVGA DA ETMEDİLER.
16- HİÇBİR ZAMAN SİYASET-POLİTİKA KONUSUNDA DİL, DİN, İRK TARTIŞMASINA GİRMEDİLER…
17- HAVVA HİÇBİR ZAMAN KIYAFETİ İLE ÂDEM’İ ÇİLEDEN ÇIKARTMADI.
18- HİÇBİR ZAMAN HAVVA, ‘BENİ EN SON NE ZAMAN SİNEMAYA GÖTÜRDÜN, EN SON NE ZAMAN DIŞARIDA YEMEK YEDİK’ DEMEDİ.
19- ‘SENDEN BAŞKA GÜL KOKLARSAM NAMERDİM’ LAFI DA GERÇEKTİ VE HAVVA DA BUNUN DOĞRU OLDUĞUNA EMİNDİ